AKP, yoksulu yönetmek için daha da yoksullaştırıyor. Tokları daha tok etmek için çocuklarımızı aç bırakıyor. Eğitimden sağlığa, gıdadan barınmaya kadar her şey lüks haline geldi. Yoksul ailelerin çocukları kantinde simit bile alamazken, bir avuç ayrıcalıklı kesim milyon dolarlık sofralarda ziyafet çekiyor. Her seçim döneminde “sosyal yardımlar” adı altında yoksulluğu kalıcı hale getiren politikalarla halkı kendine mahkûm ediyor. İnsanların kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak adımlar atılmıyor, tam tersine bağımlı hale getiriliyorlar. Çünkü bağımsız bir halk değil, biat eden bir kitle istiyorlar.
Toplumun her kesimi için farklı kurallar koyan bir düzen içinde yaşıyoruz. Açlık sınırı belirlemek, yoksulların ne kadar yaşayabileceğini hesaplamaktan başka bir şey değil aslında. Gıda fiyatları artınca, ekonomi kötüye gidince hep şu konuşuluyor: “Asgari ücret açlık sınırının altında kaldı.” Kim belirliyor açlık sınırını? Hangi akıl, bir insanın yaşaması için gereken minimum gıdayı, barınmayı, giyimi hesaplıyor? Peki ya tokluk sınırı? O neden hiç konuşulmuyor?
Bir yanda, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren milyonlar var. Diğer yanda, sınırı olmayan bir doyumsuzluk içinde olanlar. Servetlerine servet katan, paradan para kazananlar. İhtiyacı olmayanı da alanlar. Dünyanın bütün kaynaklarını kendilerine hak görenler. Gözleri hep daha fazlasında olanlar. “Doymak” kelimesini sözlükten çıkarmış, sınırsız bir açgözlülükle yaşayanlar. Oysa sorun, açlık sınırının ne kadar olduğu değil. Sorun, neden bu kadar aç insan varken, birilerinin hep tok olduğu.
Zenginler için hiçbir zaman “bu kadar yeter” denmiyor. Hiçbir yasa, hiçbir ekonomi modeli, onların servetlerine sınır koymuyor. Vergi sistemleri bile onların lehine işliyor. Kazandıklarıyla kaç nesil rahat yaşayacak olsa bile durmuyorlar. Çünkü sistem onları durdurmuyor. Yoksullara “şükret” öğüdü verilirken, zenginlere “daha fazlasını al” deniyor. Hangi adalet düzeninde açlık sınırı hesaplanır da tokluk sınırı belirlenmez?
Ne zaman bir ekonomik kriz çıksa, faturayı yoksul ödüyor. İşsizlik artıyor, temel gıda fiyatları yükseliyor, kiralar uçuyor. Ama servet sahipleri servetlerine servet katmaya devam ediyor. Krizleri fırsata çeviriyorlar. Çünkü onların sınırı yok. Onlara kimse “bu kadar yeter” demiyor. Çocuk işçiler çalıştırılıyor, emek sömürüsü artıyor, doğa talan ediliyor. Ama hâlâ açlık sınırı konuşuluyor, tokluk sınırı değil.
Eğer bir denge olacaksa, önce zenginlerin sınırlarını çizmek gerekiyor. “Bu kadar para sana yeter” diyebilmek gerekiyor. Çünkü servet paylaşılmadıkça, açlık sınırı ne kadar hesaplanırsa hesaplansın, sorun çözülmeyecek. Vergi sistemlerinin adil olması gerekiyor. Servet vergisi gibi uygulamalar hayata geçirilmeli. Herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir düzen kurulmalı.
AKP, halkı yoksulluğa mahkûm eden düzenin mimarıdır. Ekonomik adaletsizliğin, gelir uçurumunun, enflasyonun, açlığın, sefaletin baş sorumlusudur. Onlar tok kalsın diye çocuklarımız aç. Onlar daha fazla kazansın diye halk daha fazla borçlanıyor. İşte bu yüzden sadece açlık sınırını değil, tokluk sınırını da konuşmamız gerekiyor. Yoksullar için sınır belirleyenler, zenginler için de sınır koymayı öğrenmeli. Yoksa bu düzen hep böyle devam edecek: Birileri açlık sınırının altında kalırken, diğerleri sınır tanımadan tüketecek. Ve dünya bu adaletsizliği daha fazla taşıyamayacak.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Okan Bent ÖNOK Araştırmacı Yazar
Tokluk Sınırı
AKP, yoksulu yönetmek için daha da yoksullaştırıyor. Tokları daha tok etmek için çocuklarımızı aç bırakıyor. Eğitimden sağlığa, gıdadan barınmaya kadar her şey lüks haline geldi. Yoksul ailelerin çocukları kantinde simit bile alamazken, bir avuç ayrıcalıklı kesim milyon dolarlık sofralarda ziyafet çekiyor. Her seçim döneminde “sosyal yardımlar” adı altında yoksulluğu kalıcı hale getiren politikalarla halkı kendine mahkûm ediyor. İnsanların kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak adımlar atılmıyor, tam tersine bağımlı hale getiriliyorlar. Çünkü bağımsız bir halk değil, biat eden bir kitle istiyorlar.
Toplumun her kesimi için farklı kurallar koyan bir düzen içinde yaşıyoruz. Açlık sınırı belirlemek, yoksulların ne kadar yaşayabileceğini hesaplamaktan başka bir şey değil aslında. Gıda fiyatları artınca, ekonomi kötüye gidince hep şu konuşuluyor: “Asgari ücret açlık sınırının altında kaldı.” Kim belirliyor açlık sınırını? Hangi akıl, bir insanın yaşaması için gereken minimum gıdayı, barınmayı, giyimi hesaplıyor? Peki ya tokluk sınırı? O neden hiç konuşulmuyor?
Bir yanda, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren milyonlar var. Diğer yanda, sınırı olmayan bir doyumsuzluk içinde olanlar. Servetlerine servet katan, paradan para kazananlar. İhtiyacı olmayanı da alanlar. Dünyanın bütün kaynaklarını kendilerine hak görenler. Gözleri hep daha fazlasında olanlar. “Doymak” kelimesini sözlükten çıkarmış, sınırsız bir açgözlülükle yaşayanlar. Oysa sorun, açlık sınırının ne kadar olduğu değil. Sorun, neden bu kadar aç insan varken, birilerinin hep tok olduğu.
Zenginler için hiçbir zaman “bu kadar yeter” denmiyor. Hiçbir yasa, hiçbir ekonomi modeli, onların servetlerine sınır koymuyor. Vergi sistemleri bile onların lehine işliyor. Kazandıklarıyla kaç nesil rahat yaşayacak olsa bile durmuyorlar. Çünkü sistem onları durdurmuyor. Yoksullara “şükret” öğüdü verilirken, zenginlere “daha fazlasını al” deniyor. Hangi adalet düzeninde açlık sınırı hesaplanır da tokluk sınırı belirlenmez?
Ne zaman bir ekonomik kriz çıksa, faturayı yoksul ödüyor. İşsizlik artıyor, temel gıda fiyatları yükseliyor, kiralar uçuyor. Ama servet sahipleri servetlerine servet katmaya devam ediyor. Krizleri fırsata çeviriyorlar. Çünkü onların sınırı yok. Onlara kimse “bu kadar yeter” demiyor. Çocuk işçiler çalıştırılıyor, emek sömürüsü artıyor, doğa talan ediliyor. Ama hâlâ açlık sınırı konuşuluyor, tokluk sınırı değil.
Eğer bir denge olacaksa, önce zenginlerin sınırlarını çizmek gerekiyor. “Bu kadar para sana yeter” diyebilmek gerekiyor. Çünkü servet paylaşılmadıkça, açlık sınırı ne kadar hesaplanırsa hesaplansın, sorun çözülmeyecek. Vergi sistemlerinin adil olması gerekiyor. Servet vergisi gibi uygulamalar hayata geçirilmeli. Herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir düzen kurulmalı.
AKP, halkı yoksulluğa mahkûm eden düzenin mimarıdır. Ekonomik adaletsizliğin, gelir uçurumunun, enflasyonun, açlığın, sefaletin baş sorumlusudur. Onlar tok kalsın diye çocuklarımız aç. Onlar daha fazla kazansın diye halk daha fazla borçlanıyor. İşte bu yüzden sadece açlık sınırını değil, tokluk sınırını da konuşmamız gerekiyor. Yoksullar için sınır belirleyenler, zenginler için de sınır koymayı öğrenmeli. Yoksa bu düzen hep böyle devam edecek: Birileri açlık sınırının altında kalırken, diğerleri sınır tanımadan tüketecek. Ve dünya bu adaletsizliği daha fazla taşıyamayacak.